Türkiye’ye Ne Zaman Türkiye Denildi? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir Bakış
İstanbul’un kalabalık sokaklarında yürürken, bir yandan insanların yüzlerindeki ifadeleri okurum. Toplu taşımada, her gün milyonlarca insan birbirini geçer ve hepimizin gözleriyle bir başka hayatın kesitini izleriz. Bazen hızla geçtiğimiz bir bakış, bazen dildeki ince farklar, bize toplumun ne kadar çeşitlendiğini, ne kadar farklılaştığını hatırlatır. Bir de “Türkiye”yi, bu kadar farklı insanın ortak paydasında şekillendirmek… Türkiye’ye ne zaman Türkiye denildi? Bu soru, belki de toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet açısından düşünüldüğünde, çok katmanlı bir anlam kazanıyor.
Türkiye’nin Kimliği: Sadece Bir İsim Mi?
İstanbul’daki en yoğun sabahlardan birinde, metrobüste yolculuk yaparken aklımda bu soru dönüp duruyordu. Yanımda oturan yaşlı bir kadının sesi, bir yanda telefonunda yüksek sesle müzik dinleyen gençlerin gürültüsüyle birleşiyordu. Kadın, kendi mahallelerinden, kendi köylerinden, köklerinden bahsediyordu. Gençler ise daha global bir dünyanın parçası gibi, farklı dillerde şarkılar söylüyor, etrafındaki dünyayı pek de umursamıyorlardı. Kimse kimseye karışmıyordu, herkes kendi dünyasında yaşıyordu ama bir şekilde ortak bir “Türkiye” vardı. Peki, Türkiye’ye ne zaman Türkiye denildi? Benim için bu soru, sadece bir coğrafyanın adı değil, her bir bireyin bu topraklarda kendini bulma mücadelesinin sembolüydü.
Türkiye, belki de yüzlerce yıldır farklı kimliklerin, farklı halkların bir arada yaşadığı bir yer. Fakat bu “Türkiye” kavramı, sadece belirli bir grup için “aidiyet” anlamı taşıyor. İstanbul’daki o kalabalık metrobüsün içindeki farklı hayatlar, farklı kimlikler, bence Türkiye’nin ne zaman “Türkiye” olarak anılmaya başlandığının göstergeleri.
Toplumsal Cinsiyet ve Türkiye’nin Kimliği
Kadınların Türkiye’deki yeri, bana göre bu sorunun en önemli yanıtlarından birini oluşturuyor. Bir gün ofisten çıkıp, sokakta yürürken, kendimi bir grup erkeğin arasında buldum. Sadece gözleriyle değerlendiren, yorum yapan, hatta küçümseyen bakışlar. Türkiye’nin kimliği üzerine düşündüğümde, toplumsal cinsiyetin bu kimlikte nasıl bir yeri olduğunu net bir şekilde hissedebiliyorum. Kadınların görünürlüğü, hakları, kendi kimliklerini inşa etme süreçleri, Türkiye’nin kimliğini oluşturan faktörlerden biri. Bu, sokakta bile bir fark yaratıyor. Kadınlar hala çoğu zaman görünmez, suskun bir şekilde toplumsal normlara uymak zorunda bırakılıyor.
Geçenlerde bir kafede kadın ve erkek arasında geçen bir diyaloga şahit oldum. Kadın, masadaki erkeklere daha yüksek sesle bir şeyler anlatıyordu ama sesi hiçbir şekilde duyulmuyordu. Aynı zamanda, kadın ne kadar özgür bir şekilde konuşursa konuşsun, diğerleri ona uymayan bir tepki gösteriyordu. Burada da görülen o ki, toplumsal cinsiyetin hala sıkı sıkıya bağlı olduğu, toplumda kimlik yaratmanın ne kadar zor olduğunu gözlerimle gördüm. Türkiye’ye ne zaman Türkiye denildiği sorusunun bir cevabı da buradaydı: Kadınların sesinin duyulup, toplumsal kimliğe dâhil edilmesinin ardından.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet: Birleşik Bir Türkiye Mi?
Bir sabah, işyerine giderken yolda bir grup göçmen işçiyle karşılaştım. Aynı semtte, aynı sokakta yürürken, başka bir kültür, başka bir dil, başka bir yaşam vardı. Çeşitliliğin bu kadar bariz bir şekilde var olduğu bir toplumda, Türkiye’yi tanımlamak hiç de kolay değil. Bir grup insan, farklı geçmişlere, kimliklere sahip; aynı zaman diliminde aynı şehirde, aynı ülkede yaşam mücadelesi veriyor. Burada da önemli olan şey, bu çeşitliliğin bir tehdit olarak algılanmaması gerektiği. Ancak toplumun belirli kesimlerinde, bu çeşitliliğe bakış açısının halen negatif olduğunu görmek, Türkiye’nin kimliği üzerinde ciddi bir engel teşkil ediyor.
Daha önce bir arkadaşım bana “Türkiye’deki sosyal adalet bir ütopya mı?” diye sormuştu. O günden beri aklımdan çıkmıyor. Çünkü toplumsal eşitsizliklerin, azınlıkların, göçmenlerin, kadınların, LGBTİ+ bireylerin seslerinin kısıldığı bir yerde, Türkiye’ye gerçekten “Türkiye” denilebilir mi? Bir toplumun kimliği, sadece hükümetin veya medyanın oluşturduğu bir imajla mı sınırlıdır? Yoksa bu imaj, halkın kendisinden, her bireyden mi şekillenir?
Sokaklarda Türkiye’nin Yansıması: Bir Kimlik Arayışı
İstanbul’da her gün sokaklarda yürürken, sayısız yüzle karşılaşıyorum. Her biri kendi kimliğini taşıyor, bir parçası olduğu toplumda yerini arıyor. Farklı cinsiyetlerden, etnik kökenlerden gelen insanlar, yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin de çok katmanlı yapısını yansıtıyor. Türkiye’ye ne zaman Türkiye denildi sorusunu sorarken, aslında bu yansımanın ne kadar çeşitli olduğunu anlamak gerek. Çeşitlilik, bir arada var olabilme, farklılıkları kabul etme ve bunları eşit haklarla yaşatma meselesi, Türkiye’nin kimliğini daha gerçek bir şekilde tanımlayabilir. Bir ülkede sadece bir grup için “aidiyet” hissi yaratmak, diğerlerini dışlamakla sonuçlanabilir.
Sonuç: Kimlik Birleşimi
Sonuç olarak, Türkiye’ye ne zaman Türkiye denildi? Belki de bu, sadece bir anın sorusu değil, sürekli bir evrim süreci. Toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve sosyal adaletin sağlandığı, herkesin kendini rahatça ifade edebildiği bir toplumda, Türkiye gerçekten “Türkiye” olabilecektir. Bu kimliği inşa etmenin yolu, sokaktaki her bireyin sesinin duyulmasından geçiyor.